Ötanazi tartışmalarında yaşama hakkı çoğu kez yalnızca biyolojik varlığın sürdürülmesi anlamında ele alınmaktadır. Bu dar yorum, bireyin nefes almaya devam etmesini hakkın korunması için yeterli görürken; onun maddi ve manevi bütünlüğünü, yaşam kalitesini ve iradesini göz ardı etmektedir. Oysa yaşam gibi ölüm de tek bir anlık olay değildir; kimi durumlarda yıllara yayılan, geri dönüşü olmayan, ağır acılar ve çaresizlikle dolu bir süreçtir.
Tedavisi bulunmayan ağır bir hastalığa yakalanan ve yaşamının son yıllarını sürekli ve yoğun acılar içinde geçirmek zorunda kalan bir kişiyi düşünelim. Kendi iradesiyle ötanazi talebinde bulunan bu kişinin isteği, "yaşama hakkını koruma''' gerekçesiyle reddedildiğinde, aslında ne korunmuş olur? Bireyin iradesine aykırı bir biçimde, salt biyolojik varlığın sürdürülmesine indirgenen bu süre, gerçekten yaşama hakkının bir parçası mıdır? Yalnızca nefes alıp vermenin devamı, insan onurunu ve yaşama hakkının özünü güvence altına almak için yeterli midir?
Bu çalışmanın ortaya çıkış noktası tam da bu sorular olmuştur.